12 Mayıs 2019 Pazar



“Ümmü Gülsüm! Kızım kalk hadi sabah oldu. Nerdeyse öğlen olacak. Bak. Kalkmıyor. Ümmü Gülsüm!”
Kırk yaşlarında oyalı yazmalı tatlı bir hanim kızını uyandırmak için odasına girmişti. Elinde teşbihi ile perdeleri açtı.
“Yine mi geceye kadar telefonunla meşguldün? Koynunda telefonla uyuyor bak, Telefonla evli sanki.”
“Ya annecim lütfen birazcık daha uyayım ne olur?” diye gözleri kısık halde tatlı tatlı annesine baktı Ümmü Gülsüm.
“Beş dakikaya masada ol.” diye kızının başını okşayıp içeri gitti genç anne. Ümmü Gülsüm oflayarak hemen yastığının altından telefonunu çıkardı. Bir sürü bildirim gelmişti yine. Heyecanla gülümsedi. Deminki uykusuz halinden hiç eser kalmamıştı simdi. Sekiz saat içinde 52 takipçisi daha olmuştu. Bu çok büyük bir sevinçti. Hemen resimlerinin altına gelen yeni yorumlara ve mesaj kutusundaki mesajlarına cevap verdi.
“Ümmü Gülsüm!” diye yine çağırmıştı annesi. Sevinçle telefonunu yatağında bırakarak yerinden zıpladı, elini yüzünü yıkayıp kahvaltı masasına oturdu.
“Anneannenin getirdiği eşarbı dolabına koydun mu? Feraceyi dolabına astın mı kızım. Çok yakıştı değil mi? Özel günlerde giyersin”
“Asmadım annecim. Boşuna kalabalık yapmasın dolabımda. Zaten taşıyor dolap. Ben öyle giyinmem ki. Bilmiyor musun sanki. Boşuna almış. Geri versin. Resmen içinde kayboldum. Yüzüyordum”
“Kızım ne var elbisede? Rahatça giyersin iste”
“Of anne seninle mi tartışacağım. Bak kızlarla dışarı çıkacağız bugün. Hemen hazırlanmalıyım” diye ağzına bir iki lokma bir şey atarak ayaklandı Ümmü Gülsüm hemen.
Hafta sonuydu bugün. Almanya’da hafta sonları mutlaka dışarıda geçerdi. Arkadaşlarıyla dışarı çıkmak için sözleşmişti. Odasına gidip hemen giyindi. Dar bir kot pantolon, üzerine kırmızı kısa bir gömlek. Onun da üzerine kısa, siyah bir deri ceket. Ardından hemen aynanın karşısına geçti. Topuzunu yaparak başına alel acele bir sal doladı. Gözlerine kalem ve rimel çekti, dudaklarına da hafif renk verdikten sonra hemen telefonunu çıkardı ve bir fotoğraf çekinip profiline yükledi. Yükler yüklemez yorumlar gelmişti bile. Gülümseyerek parfümünü de sıktı ve evden çıktı. Simdi okumaya vakti yoktu. […]
Yarım saat sonra arkadaşlarıyla sözleştiği yerde buluştu.
“Ümiiii!” diye atılmıştı kızlar boynuna. Herkes tarafından sevilen bir kızdı. Sevinçle kahkaha atarak bir nargile kafeye girdiler. Güzel bir köse bulup oturdular. Sohbetleri gayet neşeli ve sesli geçiyordu. Kafedeki herkes onlara bakıyor, onlar bu duruma daha da gülüyorlardı. Biraz sonra Ümmü Gülsüm tekrar telefonunu çıkardı. Arkadaşlarıyla resim çekinmeye başladı. Telefonuna bakıp durmadan gülüyordu. Yan masadaki genç delikanlılar da ara ara kızlara bakarak fısıldaşıyorlardı. Çok zaman geçmeden içlerinden en yakışıklı olan ayağa kalkarak Ümmü Gülsümlerin yanına geldi. “Merhaba” diyerek kafasını kaşıdı. Arkasına dönerek arkadaşlarına güldü. Genç erkeklerin hepsi Ümmü Gülsümlerin masasını izliyordu. “Merhaba? Buyurun?” diye sordu Ümmü Gülsüm. “Sen su instagramdaki Ümi değil misin?” diye sordu genç. “Evet, o’yum?” diye içeceğinden yudumladı Ümmü Gülsüm. “Biliyordum ya. Çocuklar inanmadı. Osun iste, gerçekten de güzelmişsin.” diye gülümsedi genç. “Olabilir. Teşekkür ederim” diye sert bir ifadeye büründü Ümmü Gülsüm. “Kaç yaşındasın?” “On sekiz. Gidecek misin simdi?” “Ben de yirmi altı. Yaşlarımızda uygunmuş.” “Ya bir gider misin? Tipe bak. Ne isim olacak seninle.”
“Tamam, Ümi ya. Ne kızıyorsun? Aksam yazarım” diye göz kırptı delikanlı. “Yazma direk engellerim. Hadi eyvallah” diye postaladı çocuğu Ümmü Gülsüm. Kızlar hep bir ağızdan kahkaha attılar. “Gülmeyin ya ne gülüyorsunuz” diye arkadaşlarının kahkahasına Ümmü Gülsüm de katildi. Delikanlı gülümseyerek masalarına geri döndü. Oturdukları müddetçe bakışlarını Ümmü Gülsüm’den esirgemedi.
“Üff kalkalım. Midem kalkacak” diye arkadaşlarını kaldırdı Ümmü Gülsüm. Dışarı çıktıklarında ise hala kahkaha ile gülüyorlardı. “Deli midir nedir? Ne yapacaksam onu bütün sapıklar beni buluyor” diye güldü Ümmü Gülsüm. Arkadaşları da ona katildi “Nasıl postaladın ama.” Kahkahalar yol boyu sürdü.
Aksam olmuştu. Caminin önünden geçiyorlardı. Sessizleşseler de ara ara kahkahalar yine gökyüzüne kadar duyuluyordu. Karanlıkta hiçbir şey görünmüyordu. Etraf iyice sessizleşmişti. Kızlar arkadayken Ümmü Gülsüm elinde telefonla önden yürüyordu. Köseyi dönmek istedi. Birden şiddetle karanlıkta bir şeye çarptı. Avazı cikciği kadar bakirdi. Öyle bir çiğlik atıyordu ki. Bütün kızlar çiğlik atmaya başladı. Kocaman, heybetli bir adam sinirle onlara bakıyordu. Ümmü Gülsüm onun bal rengi gözlerinde dona kalmıştı. Nasıl da korkmuştu. Genç adam başındaki beyaz takkesini düzeltti. Ve hiç bir şey söylemeden karşı kaldırıma geçti. “Tövbe estağfurullah” diye yoluna devam etti. Ümmü Gülsüm hemen evinin yolunu tuttu. Ne kadar da korkmuştu. Kendini oyalamalıydı. Canavar sandığı o adamın sert bakışlarını unutmalıydı. Eve varır varmaz kendini yatağına attı. Şarjı bitmişti tabi. Telefonunu şarj aletine takti hemen, sırt üstü uzandı. Bildirimlerini okuyordu. Bildirimler (+200) Mesaj (11) Üstelik nargile kafede gördüğü çocuk gerçekten yazmıştı. Heyecanla yatağından fırladı.
“İyi aksamlar ”
Ümmü Gülsüm gülümseyerek delikanlıyı engelledi. Biraz sonra başka bir profilden tekrar mesaj geldi “İnat etme sadece tanışmak istiyorum”
“Ben istemiyorum.” diye mesaj attı Ümmü Gülsüm. Birilerini postalayınca çok eğleniyordu. Gülerek kız arkadaşlarının olduğu Whatsapp grubuna girdi.
Kızlar birbirlerine yeni eşarp ve sal resimleri yollayıp kermeste hangisini takacaklarını konuşuyorlardı. Ümmü Gülsüm yeni bir konunun açılmasına sebep oldu.
“Kızlar bilin bakiyim kim yazdı.?”
“kefedeki çocuk mu?”
“Evet”
” Of çok yakışıklıydı ya. Sakalı falan. *—* Nerden acaba.”
“Hani nerde profili. Offf *——* Ümii bana da yolla”
Diye tek tek birbirlerinden geçiyordu kızlar. Ümmü Gülsüm çocuğun mesajına cevap vermeden profilini kızlara da yolladı.
“Bizim buralardan! İnanmıyorum. Of baksana, camiye falan da gidiyor, bir sürü resimleri var, Umre ‘ye de gitmiş, namazlı abdestli herhalde.” ” Kaçırma bence.” “Hasta oldum. *—*” “Ben de istiyorum yaaa :((” diye birbirlerini kıskanıyorlar, kafedeki çocuğu öve öve bitiremiyorlardı.
“Kızlar abartmayın. Çok günah. Bu da göz zinasına girer. Yapmayalım.” diye içlerinden birinin de olsa aklına bu çirkin sohbete dur demek gelmişti.
Ve tekrar bir mesaj geldi. Mesaj (1)
Ümmü Gülsüm gördüğüne inanamıyordu. “Bir daha düşün istersen.” Delikanlı gömleğini çıkardığı kaslı ya pisini gösteren bir resim yolla misti.
Ne kadar çirkin bir mesajdı bu.
Ümmü Gülsüm sinirlenerek hemen screen yapıp paylaştı bu resmi. Ardından çocuğu tekrar engelleyip mesaj bölümünü kilitledi.
Paylaşımı baya beğeni tutmuştu. “işte dünyada ne kadar ahlaksız herif var görün. Bizim gibi iffetini koruyan namuslu kızlara öyle yüz vermek yakışmaz. Biz Hazreti Fatıma’nın torunlarıyız. Hazreti Meryem’in torunlarıyız. Öyle namusumuza göz dikene tokat gibi cevabimizi veririz. Bu da o şerefsize ders olsun!” (799 Beğeni)
Ali Metin:
“Helal sana Ümmü Gülsüm. Tam bir Osmanlı Kızısın! Maşallah. İffetine sahip çıkıyorsun”
Hazal Kaya:
“Güzellik Sen bakma onlara fıstık gibisin tabi ne yapsınlar! Ümi’m benim”
Hasan Durmaz:
“Bize böyle kadınlar lazım iste! Helal sana yavrum. Maşallah iyi yapmışsın. Az bile ona! Güzelliğini koru. Böyle devam ”
Mohammed Jamil Taha en Nur:
“Maşallah sister ! This is the way of Fatıma! (Google Translation ;))”
Ümiii Glsm:
“Hahahahaha yine de asılmaları mı gerekiyor. @Hazal Kaya  Teşekkürler. @Ali Metin @Hasan Durmaz . Thanks @Mohammed Jamil Taha en Nur”
Ve daha bir sürü yorumlar.
Ümmü Gülsüm bu durumdan oldukca keyif almıştı.
Ah bir de keyif alan o görünmez duyulmaz şeytanların sevinçleri duyulsaydı. Üzüntüden ağlayan meleklerin hıçkırıkları duyulsaydı. Ama maalesef hiç biri duyulmuyordu.
                    ……………………0000………………………..
Günler geçiyor, her gün böyle sen şakrak devam ediyordu. Fotoğraflar, videolar gün geçtikçe artıyor. Beğeniler çoğalıyordu. Ümmü Gülsüm sayfalara resmini yolluyor, takipçileri günden güne yüzer yüzer artıyordu.
Bütün gün elinde telefonla dolaşıyor, namazlarını aksatıyordu. İçine ateş düştüğünde seccadesini seriyor, o vaktin namazını kılıyor. Seccadesinin, teşbihinin resmini çekip dini paylaşımlar yapıyordu. Ama diğer vakitlerden ne haber. Paylaşımlık namazlardı onlar.
Haftalar geçmişti aradan ve nihayet beklenilen kermes günü gelmişti. Ümmü Gülsüm sabah erkenden kalkıp en güzel kıyafetlerini giyindi. Namaza yetişmeye çalışıyordu. Ama yetişip yetişmeyeceğini bilmiyordu. Biraz sonra camiye kadınlar mescidine girdiğinde vaaz seslerini duydu. Genç kızlar “Aaa Ümi geldi. Hoş geldin Ümiii” diye bütün ilgilerini ona veriyor, kadınlar mescidinin yarısı hocanın verdiği vaazı dinlerken, yarısı da mescide giren güzel kizir seyrediyordu. Konudan uzaklaşmışlardı iyice. “Maşallah ne kadar güzel bir kız. Tam bir genç kız gibi giyinmiş. Manken gibi bak. Armine mankenleri gibi” diye konuşuyor birbirlerine Ümmü Gülsüm’ü gösteriyorlardı. Ümmü Gülsüm üzerindeki bakışları hissederek mescit de en ön sıraya arkadaşlarının yanına oturdu. Kızlardan kimisi konsantre olmuş halde tevazu ile vaazı dinliyor. Kimisi sohbet ediyor, kimisi arada direklerin arasından erkekler mescidi de kimlerin olup olmadığını süzüyordu. Ümmü Gülsüm yine telefonuyla meşguldü. Nerde olduğunu ve kimlerle olduğunu etiketlemek istiyordu. Hocanın sesi bütün mescidi, hatta yeri göğü inletiyordu.
“Nerede edep? Nerede ahlak? Nerede hayâ? Genç kızlarımızın aklı nerde? Nerede iffet timsali kızlarımız! Soruyorlardı Hazreti Fatıma’ya. ‘Ya Fatıma. Ey Fatıma. Ey Resulün inci çiçeği, en hayırlı kadın kimdir?’ Ne diyordu Hazreti Fatıma?
Sessizlik çökmüştü mescidin üzerine. Vaaz veren genç hoca öyle bağırıyordu ki. Öyle öfkeliydi ki, kuşlar minareden, cami avlusundan uzak. Yaklaşmaya bile korkuyorlardı sesinin yankısından.
“‘En hayırlı kadın kimdir?’ Ne diyordu Fatıma…
‘Başka erkeklerin hayallerinde gezmeyen kadın.’
Vaaz sürdükçe sürüyor. Genç hoca medyayı ve gençlerimize yapılan oyunları şiddetle kınıyordu. Müslüman kızlarının ne kadar değerli olduğunu anlatıyor, onların tıpkı el değmemiş pırlantalar gibi muhafaza edilmeleri gerektiğini açıklıyordu. Ama dinliyor muydu Ümmü Gülsüm. O telefonuyla meşguldü. Arş’ı Ala nın dahi duyduğu. Gökteki kuşların dahi duyduğu o gür sesi. O duymuyordu. Çünkü kalbi mühürlenmişti. […]
Vaaz bitiminde görevlerine çekilmek üzere çadırlara çekilmişti kızlar. Ümmü Gülsüm çadırın da resmini çekti kendinin de. Ve hemen paylaştı. Binlerce kız ve erkek yorum yapıyor, ayni sırada kermes alanında da bir sürü kız ona kıskançlıkla bakıyor, bir sürü erkek onunla bir an olsun bakışmak için caba sarf ediyordu. Erkeklerin çoğunun kadınlar bölümündeki bir çadıra gittiğini fark eden genç imam sebebini anlamak için o çadıra gitti. Güzeller güzeli bir genç kız kollarını sıvamış, hafif acık olan gerdanından düsen şalini sürekli arkaya doğru iterek eğile kalka servis yapıyordu. Ümmü Gülsüm “Buyurun” diyerek başını kaldırıp yine kocaman, heybetli, sert bakışlı o genç adamla karşılaştı. Aylar önce çarpıştığı adamdı bu. Yanakları kızardı. Gözlerinin içine baka baka tekrar sordu “Ben yardımcı olayım?” Genç adam Ümmü Gülsüm’e sinirlenerek onun yanındaki teyzeden yardım istedi. Ve servis tabağını alıp oradan uzaklaştı. “Kimdi bu. Ona ilgi göstermeyen yakışıklı adam? Herkes beğenirdi Ümmü Gülsüm’ü. Gözlerinin içine bir kez baksın diye sürekli sıraya girenler vardı. Bu ilgisiz alakasız delikanlı da kimdi. Ümmü Gülsüm çok etkilenmişti.”
Artık her gün çadırda yârdim ediyordu sırf onu bir kez daha görebilmek için. Türlü türlü el güzel elbiselerini giyiniyordu. En güzel şekilde gözlerini öne çıkaran ama hala doğal gösteren makyajlar yapıyordu. Sırf bir kez daha o genç adam görsün diye. Kimseye de bahsetmemişti ondan hoşlandığından. O meşhurdu. O Ümiiydi. Kolay kolay kaptırmamalıydı kendini. Kimse bilmemeliydi. Kendisine ilgi göstermeyen birisine âşık olduğunu.
Sonunda bitmişti kermes. Ümmü Gülsüm onu yalnızca uzaktan seyredebilmişti. Herkes onu seviyor, yaşlı amcalar, gençler, çocuklar, herkes ona geliyordu. Acaba o da mı meşhurdu? Yakışıklıydı. Olabilirdi tabi. Artık ne zaman bir mesaj, bir bildirim gelse heyecanla “Acaba o mu?” diye açıp bakıyordu. Ama ne bir ses ne bir seda,
Günler geçti aradan. Ümmü Gülsüm arkadaşlarıyla camide bir sohbet için buluşmuştu. “Kızlar büroda bir kutu var, içindeki dergiler isimize yarayabilir. Bir bakıp gelebilir misiniz?” diye sormuştu sohbet yöneticilerinden biri. Ümmü Gülsüm hemen atladı. “Biz hemen bakarız” diye arkadaşıyla atıldı ve büroya gitti. Bir umut vardı içinde, bir his vardı. Biliyordu sanki bir şey olacaktı. Acaba görecek miydi onu? Belki gelirdi? Sonuçta Allah’ın eviydi burası. Elbet gelebilirdi. “Yardımcı olayım?”
Duyduğu bir ses ile irkildi Ümmü Gülsüm. Elinde bir kitapla genç bir delikanlı bürodan çıkmıştı. “Biz bir kutu alacakmışız. İçinde dergi olan” diye ellerini arkasına itip birleştirdi Ümmü Gülsüm. Utangaç küçük bir kız çocuğu gibi bir sağa bir sola sallanıyordu. Genç delikanlı onu çok tatlı bulmuştu. Yanındaki arkadaşını fark etmedi bile. “Tabi. Buyurun. Ben Muhammed. Veriyim hemen” diyerek Ümmü Gülsüm’ü büroya davet etti. Bir şey söylemek ister gibi gülümsüyordu. Eğilerek kutuyu açtı. “Evet, bu kutu olmalı diye Ümmü Gülsüm’e dönerek baktı” Tekrar gülümsedi. “Ya bir şey soracağım? Sen su instagramdaki Ümi değil misin? Kermeste de gördüm seni.” Ümmü Gülsüm camide bile tanınmış olmaktan gurur duymuştu. Gülümsedi “Evet oyum? Nerden biliyorsun?” diye gülümseyerek Muhammed’e baktı. “Dur ağır biraz. Yerden ben kaldırayım” diye ayaklandı Muhammed. Sonra Ümmü Gülsüm’ün gözlerine bakarak ona kutuyu uzattı. “Görmüştüm. Unutmamışım.”
Hususi elini değdirdi Ümmü Gülsüm’ün eline. Ümmü Gülsüm rahatsız olarak geri çekildi.
Ve bürodan çıkmak üzere arkasını döndü. Fakat o da ne? Karsısında yine kocaman bir duvar ile çarpıştı. Siyah gömlekli sert bakışlı bir duvar. Gözlerinden ateş püskürüyordu. Bu sefer Ümmü Gülsüm’e değil Muhammed’e bakıyordu. Bu Ümmü Gülsüm’ün hoşlandığı o esrarengiz adamdı. Ümmü Gülsüm hemen kenara çekildi. Genç adam “Ne oluyor lan burada?” diye içeri girdi ve Muhammed isimle çocuğa bir yumruk geçirdi. “Ne oluyor burada dedim? Siz de çabuk çıkın buradan!” diye kızdı kızlara. Ümmü Gülsüm korkudan alel acele oradan çıktı. Genç adamın sesi bütün camide yankılanıyordu “Kıza mı asılıyordun?” diye bağırıyordu. “Abi affet. Nefsim” diye yalvarıyordu Muhammed. “Üstelik görevli de değilsin. Ne hakla yârdim ediyorsun! Bunun hesabını benden sorarlar!” “Bir daha olmaz, tövbe. Kızma abi” diye mahcup mahcup yere bakıyordu Muhammed “Böyle şeyler istemiyorum bir daha! Simdi gözüme gözükme!” diye Muhammed’i yolladı genç hoca. Ümmü Gülsüm yukardan her şeyi dinliyordu. Nasıl da hoşuna gitmişti. “Nasıl kıskandı beni. Biliyordum o da benden hoşlandı.” diye sevinçten uçuyordu. Kıskanılmak dünyanın en güzel duygusuydu. Havalanarak devam etti sesleri dinlemeye. Sesler kesilmişti. Biraz sonra genç kızlardan sorumlu olan orta yaşlı bir abla genç adamla konuşuyordu. “Ne oluyor hoca efendi? Niye bağırıyorsun? Ta dışarıdan duyuluyor sesin.” Ümmü Gülsüm duyduklarına inanamıştı. Demekti hocaydı. İmamdı. Bundan bakmamıştı Ümmü Gülsüme. Nasıl anlamamıştı bunu.
“Erkeklerden birini bir kıza asılırken yakaladım da cezasını verdim hoca hanim. Kusura bakmayın. Koruma altına almak zorundayım!”
“Kimi ve neden?” diye sordu hoca hanim. Ümmü Gülsüm yerinde duramıyordu. Ah. Nasıl da bağırmıştı. Nasıl kıskanmıştı onu. Nasıl vurmuştu. Ne kadar güçlüydü. Hepsi Ümmü Gülsüm içindi. Demekti onu korumak zorunda hissediyordu kendini.
“Talebelerimi!” diye bağırdı genç hoca. “Talebelerimi korumak zorundayım. Ahir zaman fitnelerinden. Nefislerinin arzusundan. O kızların burada isi ne? Bir daha erkeklerle bir arada olmalarını katiyen istemiyorum. Böyle bir şey olmamalı! Böyle bir hataya düşülmemeli! Kızlarınız mahremiyet sınırlarını asarak gelip benim talebelerimle konuşamazlar!”
“Haklısın. Hoca Oğlum bir sakin ol. Hemen celallenme ben ilgilenirim.”
“Derhal ilgilenin o zaman! Camiye kermese mermese görevlere kimleri aldığınıza dikkat edin! Her elini sallayan kızı alacak mısınız? Kızlarınızdan biri sanal âlemde baya meşhurmuş! Alin benim talebelerimden bile tanıyan çıktı! Bu kız nasıl burada görev yapar. Onca vaaz veriyorum, benim adimi, camimizin adını, her şeyi geçtim dinimizin adını nasıl kirletir. Gereğini yapın lütfen.”
Ümmü Gülsüm yerle bir olmuştu. Kahrolmuştu. O genç hocanın onu koruduğunu sanıyordu. Ondan hoşlandığını. Onu kıskandığını. Nasıl çirkin şeyler söylemişti. Gözlerinden bir bir yaşlar geldi.
“Haklısın hoca oğlum.” diyerek kızların yanına gitti hoca hanim. Ümmü Gülsüm çantasını alıp, hemen eve gitti. Yıkılmıştı. O alışık değildi bir erkekten hakaret dinlemeye. Herkes beğenirdi onu, severdi. Ne hakla bu şekilde konuşurdu o kendini bilmez hoca?
Artık paylaşımları daha da artmıştı.
“Müslüman kızlarını kısıtlayan anlayışa karşıyım. Ne yani? Bir kız kapalı diye hiç erkeklerle konuşamayacak mı? Resim çekinemeyecek mi? Kapalı kızların internet hayati olamaz mı? Gece kız arkadaşlarıyla uslu uslu dışarı çıkamaz mi? Modaya uygun giyinemez mi? İlla yaşlı kadınlar gibi mi giyinmeli? Makyaj yapamaz mı? Ne kadar saçma bir anlayış!” diye nefret dolu, kin dolu paylaşımlar yapmaya basla misti.
Sayfasındaki erkekler onu daha fazla resim yapması için teşvik etmek istiyorlardı. Ebetteki hak veriyorlardı “Yürü be. Birileri de gerçekleri konuşsun. Helal sana Ümii!” diye onun nefsini okşuyorlardı. “Allah güzellik vermiş. Niye saklayacaksın gülüm. Meydani yobazlara bırakma. Kapalı kızlar hep yaşlı kadınlar gibi giyinerek insanları dinden soğutuyorlar. Sen çık meydana, âlem manken görsün. Islama özensin.”
Genç kızlar onun elbise kombinelerine bayılıyor daracık elbiseli resimlerin altına “Bayıldım. Seni görünce gerçekten güzel de kapanılabileceğini anladım. Çok güzel giyiniyorsun. Senin gibileri görünce benim de kapanasım geliyor” diye onu şımartıyorlardı.
Maalesef durum buydu. Ahir zamanında.
Bir gece Ümmü Gülsüm tekrar fotoğraflarını ve videolarını paylaştı. Ardından sırf sürmeli gözlerinin göründüğü peçeli bir resim. Resmin altında da Hazreti Fatıma’nın iffetinden bahseden çok fiyakalı bir söz vardı. Onca erkek en güzel yorumu yapabilmek için birbirleriyle yarışıyordu. Şımararak güzellik uykusuna yatmak istediğini söyleyip vedalaştı Ümmü Gülsüm takipçilerinden. Ve yüzüne bir maske yapıp uykuya daldı…
Uyuyordu. Vakit teheccüd vakti.
Alnından terler akıyordu Ümmü Gülsüm’ün. Karanlıktı her yer. Ümmü Gülsüm yerde yatıyordu. Sürünüyordu. Neden kalkamıyorduk. Ya o acı? Yüzü, elleri, bütün vücudu ağrıyordu. Elleri. Yüzleri. Sacları. Her yeri yanık haldeydi… Çok çirkin olmuştu. Güzelliğinden eser kalmamıştı. Dışarısı kalabalıktı. Kadınlar, erkekler herkes ona bakıyordu. Üzerinde yalnızca minicik bir elbise vardı. O da paramparçaydı. Herkes iğrenerek tiksinerek alay ederek bakıyordu ona. Hele ki erkekler. Kaçacak yer arıyordu Ümmü Gülsüm. Çok yakınında küçük bir kaya gördü. Kaya nur gibi parlıyordu. Ümmü Gülsüm gözlerini alamıyordu kayadan. Kayaya bir yazı kazılmıştı.  {Nur 24/31}“
Ne demekti bu. Kayanın üzerinde kocaman bir elbise. Ve büyük bir bas örtüsü duruyordu. Fakat o da neydi. Bunlar anneannesinin Ümmü Gülsüm’e aldığı ferace ile bas örtüsüydü. Üzerinde de bir Kuran’ı Kerim vardı. Uzanıp onları giyinmek, o örtüyle örtünmek istiyordu Ümmü Gülsüm. Ama ne mümkün. Ulaşamıyordu o örtüye. Kendisine bu kadar yakın olmasına rağmen Allah Tealinin ayetine, o örtüye uzanamıyordu. Ne zaman elini uzatsa, acılar içinde kıvranıyordu. Kayanın önüne bir engel geliyordu. Diğer yanda üst üste dizilmiş vaziyette kendi kıyafetlerini gördü Ümmü Gülsüm. Dar pantolonu geldi eline. Ama hiç bir ise yaramıyor, bir türlü üzerini örtmüyordu. Yarım kol bluzları, kısa ceketleri, hepsine uzanabiliyordu. Ama hepsi çöp gibi duruyordu o âlemde… Hiç bir değeri yoktu. Hiç bir şekilde kullanılamıyordu. Ümmü Gülsüm ağlamaya başladı. Biraz sonra kendi ağlama seslerini uzaktan duydu. Hayır, kendi ağlama sesleri değildi onlar. Gerçekten birisi ağlıyordu. Uzaklara baktı Ümmü Gülsüm. Nur üstüne nur,  kim var orda? Biri bana yârdim etsin.“ diye kâgirdi. Beyaz elbiseli, bembeyaz örtülü. Nur yüzlü güzel bir hanim geldi yanına. İnsanlar yok olmuştu çoktan. O nur yüzlü hanim ağladıkça. Gözyaşları toprağa düşüyor. Toprak nurlanıp, çiçek acıyordu. Daha da yanaştı Ümmü Gülsüm’e. Gözyaşları Ümmü Gülsüm’ün üzerine damlıyor. Gözyaşlarının damladığı yerlerdeki yaralar iyileşiyordu.  Kimsin sen. Sen bana yârdim edebilirsin. Bak gidiyor yanıklarım. Ne olur yârdim et.“ diye elini uzattı Ümmü Gülsüm… Nur yüzlü kadın üzgün bir halde başını eğmişti. Yârdim edemeyeceğini belirten bir yüz ifadesiyle arkasına dönüp gidiyordu. Ümmü Gülsüm tekrar ağlamaya başladı. “Lütfen dur! Yârdim et bana! Bana elini uzat lütfen… Neden ağlıyorsun? Benim yüzümden mi?”·
Ve bir ayet yankılanıyordu kulaklarında. Nur Suresi 31. Okuyan ne de güzel okuyordu. Tanıdık bir sesti bu. Ve nur yüzlü kadın arkasına dönerek başını eğdi. “Sadece ben ağlamıyorum. Babam Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi ve sellem)  da ağlıyor. Ben Abdullah oğlu Muhammed Mustafa’nın kızı, Ebu Talip oğlu Ali’nin karısı Fatıma’yım.”
Şaşkın halde bakıyordu Ümmü Gülsüm.  Avucunu aç.“ diye seslendi güzeller güzeli. Ümmü Gülsüm yanık avucunu açtı. Ve bir damla yas düştü avucuna. Birden etraf nurlandı. “Aman Allah’ım. Nedir bu?” Diye ağladı Ümmü Gülsüm.
“O Babamın gözlerinden sakalına. Gül kokulu sakalından da avucuna düsen bir damla yas .” Diye seslenildi ona.
Ve  Allahu Ekber“ diyerek uyandı Ümmü Gülsüm. Titriyordu. Sanki vücudunun yanıklarını ve elindeki o bir damla yaşı hala hissediyordu. Yavaşça ellerine baktı. Yanıklar yoktu. Sonra sağ eline baktı. O gözyaşı orda olduğu gibi duruyordu… Kokladı… Eli gül kokuyordu. Ümmü Gülsüm ağlayarak hıçkırıklara boğuldu.  Ben hak etmedim bunu. Bu kadar günah islerken neden ben Allah’ım? Anam babam yoluna feda olsun canim peygamberim diye ağladı saatlerce. Sonra bir mendil alıp avucunu sildi. Ve mendili Kuranı Kerim‘in arasına koydu. Nur Suresinin ayetleri arasında sakladı.
Hemen abdest alıp tövbe etti. Saatlerce ağladı secdede. Hıçkıra hıçkıra. Gözleri şişmişti ağlamaktan.
Aklına Hazreti Fatıma’nın dedikleri geldi durmadan. Aklına geldikçe da ağlıyordu. Bütün gece secdeden kalkmamıştı. Dizleri ağrıyordu artık. Gözleri ağrıyordu. Yine de kalkmadı yerinden. Annesinin ısrarıyla toparlandı ancak. Ve kimseye rüyasından bahsetmedi. İlk isi eline telefonunu alıp kimseye bir şey demeden sosyal medyadaki bütün hesaplarını silmek oldu. Ama resimlerini bir türlü silemediği bir sürü sayfa vardı. Yine hıçkırıklara boğuldu. Telefonunu duvara fırlatıp kırdı.
Aynalara küstü. Aynaya baktıkça aklına sayfalardaki boy boy resimleri geliyordu. Sonra da rüyasında gördüğü yaralı yüzü. Dayanamıyordu Ümmü Gülsüm. Hemen ağlamaya başlıyordu.
Lanet olsun bu güzelliğe, eğer ben peygamberimi göremeyeceksem ne ise yarar bu güzellik. Nedir bu beğenilme arzusu Allah’ım yârdim et bana“ diye dua ediyordu. Dolabında ne kadar dar elbise, kot pantolon, kısa ceket, gömlek, dikkat çekici eşya varsa hepsini yırtıp attı.
Dolabına bir türlü sığdıramadığı Üzerine bir türlü yakıştıramadığı o ferace geldi sonra aklına. Anneannesinin aldığı o ferace hala odasının kapısının arkasında asılı duruyordu.
Onu giyindi. Hiç bir şekilde fiziği belli olmuyordu. Yaşını olduğundan daha olgun gösterse de nefis oynatacak hiç bir özelliği yoktu o sade feracenin. Tek kıyafeti o olmuştu artık.
Sürekli Kuranı Kerim ve Hanim sahabeleri anlatan, iffet konusunu içeren kitaplar okuyordu… Hazreti Âmine, Hazreti Hatice, Hazreti Meryem ve tabi ki Hazreti Fatıma.
Özellikle Hazreti Fatıma’yı anlatan kitapları okurken hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. En çok onu seviyordu. Ya evdeydi. Ya evlerinin bahçesinde. Dışarı hiç çıkmıyor. Camiye hele hiç gitmiyordu. Utanıyordu. Hoşlandığı genç imamla karşılaşmaktan çok korkuyordu. Ona öfkelendiğine çok üzgündü. Çok pişmandı. Oysa o sözleriyle ne kadar da haklıydı. Ama artık çok geçti. Geçmişti bir kere. Onu unutmalıydı. Ona kavuşmak nasıl aklından geçmişti ki. Hiç laik miydi ona. Bu düşüncelerden kurtulmalıydı.
Bir gün eve bir telefon geldi. Ümmü Gülsüm’ü görüp beğenen bir teyze dünür olmak için evlerine gelmek istiyordu. Ümmü Gülsüm çok dua etmiş, hep hayırlısını istemişti. Demek ki hayırlısı buydu. Görüşmeyi kabul etti. Çok yakışıklı ve dindar bir çocuktu. Kendinden yalnızca iki yas büyüktü. Sakallı, çok mütevazı bir durusu vardı. Ümmü Gülsüm kalbi ona ısınmadığı halde onunla evlenmeyi kabul etti. Artık toplum baskısından kurtulmak. Sokağa çıkabilmek istiyordu. Bu onun için bir fırsattı. Bir kurtuluştu. Ailesi de münasip görmüştü bu aileyi. Ve hemen bir hafta sonra nisan yapılmıştı. Ümmü Gülsüm nişanlısına çok saygılıydı. Onun karsısında çok utanıyordu. Ağzını bıçak açmıyordu. Ona kalbinin ısınacağı, onu seveceği günleri bekliyordu.  Evlenince severim. Evlenince kesin âşık olurum ona.“ diyordu. Kendini çok şanslı hissediyordu. Artık düştüğünde onu kaldıracak, onun ellerinden tutacak birisi bulunmuştu.  Bir kafeye gidelim diyorum. Nişanlandığımızdan beri hiç yalnız kalamadık. Kız kardeşim de gelecek merak etme. Utanmana gerek yok… Yavaş yavaş açılmanı, rahat olmanı istiyorum yanımda.“ diye davet etti onu nişanlısı bir gün. Ümmü Gülsüm kabul ederek onunla cafeye gitti. Başını yol boyunca hiç yerden kaldırmamıştı. Bu nişanlısı Hasan’ın çok hoşuna gitmişti. Kendini şanslı saymalıydı. Bu zamanda böyle iffetli bir hanimi oluyordu. “Subhanallah.”
Öyle mutluydu ki. Bir an önce müstakbel esiyle oturup sohbet etmek istiyordu. İçeri girdiler.
Üçü bir bir masa bulup oturdular. Biraz sonra Hasan üç tane kahve söyledi. Gözlerini Ümmü Gülsüm’den ayırmıyordu. Ne kadar da güzeldi nişanlısı. Elleri ne kadar narindi. Bir an önce ellerine dokunmak. Ona kalbinin ritminin nasıl değiştirdiğini anlatmak istiyordu Hasan. Karşı Masaya dikildi bir anda gözleri. Sanki masadaki erkekler sürekli Hasanların masasına bakıp birbirlerine bir şeyler fısıldıyorlardı. “Bunlar bize mi bakıyor?” Diye sordu kız kardeşine. Ümmü Gülsüm’ün o herifleri tanıdığına ihtimal bile vermiyordu çünkü. “Bunlar Gülsüm’üme mi bakıyor? Lan, nişanlısının yanında kıza mı bakıyorlar?” Diye sesini yükseltti Hasan. Çok sinirlenmişti. Çok kıskanmıştı nişanlısını. Biraz daha baksalar kalkıp dövecekti adamları. Karşı masadaki gençler tekrar Ümmü Gülsüm’e bakarak aralarında gülüştüler. Bu kadarı fazlaydı ama. Hasan öfkeyle yerinden kalktı. Bütün kafe ona bakmıştı bir an… Herkes donmuştu. “Lütfen…” diye Hasan’ın elinden tuttu birden Ümmü Gülsüm. “Lütfen. Yapma” diye ağlamaya başladı sessizce. Hasan hemen yanına oturdu. Dona kalmıştı. Ümmü Gülsüm’ün bir dokunuşu onun sinirlerini yatıştırmıştı bile. Elleri ellerinde gözlerine baktı. Ümmü Gülsüm pişmanlıkla hemen ellerini geri çekti. Tövbe etti içinden. İstememişti ona dokunmayı. Refleks olarak elleri yapışmıştı iste.  Özür dilerim. Elini tuttum.“ diyerek başını eğdi. Oradan kalkıp gitmek istediği çok belliydi. Hasan’ın içi eridi. O da tövbe etti içinden. Nişanlısına daha nikâhları olmadan eliyle değdiği için hayâ etti. Ona kıyamadı. Oysa o özür dilediği an. Helalinden onun alnından öpmeyi ne kadar da çok isterdi.  Kalkalım o zaman en iyisi. Rahatsız oldum ben. Bir kaza çıkmadan gidelim. Hemen hesabi ödeyip geliyorum“ diye ayaklandı Hasan ve kasaya doğru ilerledi. Hasan’ın kardeşi Ümmü Gülsüm’ü sakinleştirdi.  Korkma abim birini kolay kolay dövmez. Seviyor seni. Kıskandı, ondan.“ diyerek gülümsedi.
Oysa Ümmü Gülsüm daha büyük felaketlerin olmasından korkmuştu. Hasan gider gitmez de zaten bir felaket koptu. Karşı masadan bir delikanlı kalkıp Ümmü Gülsümlerin yanına geldi.
Tam o an Hasan da arkasında durup sert bakışlarla delikanlıyı dövebilmeyi bekliyordu.
Vayyyy instagramın fenomeni Ümi… Naber ya. Ortalıktan kayboldun çok değişmişsin.
“Ümmü Gülsüm cevap vermeden başını eğdi. Yer yarılsaydı da içine girseydi keşke.
Hasan duyduklarına inanamıyordu.
Delikanlı arkasındaki Hasan’dan habersiz devam ediyordu konuşmaya.
Hanim kız rolü de çok yakışmış ama biliyor musun? Böyle bile hayallerime çok yakışıyorsun.”
Hasan daha fazla dinleyemedi ve nişanlısına saçma sapan konuşan o genç adamın yakasına yapışıp ona kafa attı.
“Noluyor lan?” Diye yerden kalktı genç adam. Karşı masadaki diğer erkekler de ayaklandı bir an. Hasan’a girişmek için beklediler.  Nişanlımla. Müstakbel karımla ne cüretle öyle çirkin konuşuyorsun sen?“ diye kızdı Hasan. Hiçbir şey anlamamıştı…  Oooo bir de nişanlandın mı? Vayyy“ diye Ümmü Gülsüm’e baktı delikanlı.  Bu mu nişanlın? Adama yazık be. Efendi çocuk. Nerden buldun bunu? Nasıl kandırdın?“ diye Ümmü Gülsüm’e alaylı alaylı sordu. Hasan tekrar onun yakasına yapıştı. Sert bakışlarla Ümmü Gülsüm’e baktı.  Ümmü Gülsüm. Ne diyor bu?“
Ümmü Gülsüm sadece içine içine ağlıyordu. Ayakta durmaya hali kalmamıştı. Titriyordu. Gözlerini kapatarak başını eğdi yalnızca.
Birader. Sen bu kızın kim olduğunu gerçekten mi bilmiyorsun? Tanımıyorum deme sakin. Bak bekle sana ne göstereceğim“ diye yakasını bırakmasını istedi delikanlı. Hasan genç adamın yakasını bırakarak tekrar nişanlısına baktı. Başını yerden bir an olsun kaldırmamıştı. Korkuyordu onu kaybetmekten. Uygun olmayacak şeyler duymaktan. Genç adam cebinden telefonunu çıkarıp Hasan’a gösterdi.  Ümi“ adli bir albüme tıkladı. Hasan gördüklerine inanamıyordu. Ümmü Gülsüm’ün boy boy fotoğrafları ve videoları doluydu.
Hasan dona kalmıştı.  Haa. Bu resimler, videolar da bir bende yok. Aha su arkadaşlarımda da var. Daha burada olmayan birçok erkekte var. Al senin güzel hatırın için siliyorum. Madem evleneceğim, karim olacak diyorsun. Zamanında ise yaradı ya artık Müstakbel karina da saygısızlık olmasın“ diye güldü.
Hasan öfkeden delikanlıyı yere yatırıp onu iyice dövdü. Arkadaşları araya girmeye bile çalışmadı onun öfkesinin korkusundan. Kafe sahibi de hemen polisi aramak üzere telefona sarıldı. Ama Hasan biraz sonra kalktı zaten. Ümmü Gülsüm perişan halde oturduğu yerde kaldı. Hasan nişan yüzüğünü parmağından çıkarıp masaya fırlattı. Nişanı atmıştı.
Öfkeyle kız kardeşini de alıp gitti.
Ümmü Gülsüm hıçkırıklara boğulup daha da çok ağladı. Geride kalmıştı tek başına. Yalnızdı artık. Onu kurtaracak, düştüğünde ellerinden tutacak adam kaybolmuştu artık.
Dayak yiyen çocuk yediği yumruğun acısını çıkartmak istiyordu. Gülerek arkadaşlarına baktı. Sonra Ümmü Gülsüm’ün masasına oturdu. Yanaştı.  Bak. Nişanlın da bıraktı seni. Gerçekten evlenmeyi düşünmüyordun demi Ümi. Bak sana ne diycem.“ diyerek arkadaşlarına baktı. Gülüştüler. Ümmü Gülsüm kalkmak istiyordu ama delikanlı ona engel oluyordu.  Moralin de bozuk. Bak bana takıl seni nasıl mutlu edicem. Gel üstüne başına adam gibi bir şeyler alalım önce. Koca karılar gibi olmuşsun. Gel bak, neler sunucam sana“
Ümmü Gülsüm bunları duyacağına ölmeyi tercih ederdi. Ayağa kalktı. Sesini dahi çıkarmadı. Sesini dahi duyurmak istemiyordu. Kendinden ödün vermek istemiyordu. Tam o an imdadına polis yetişti. Ve delikanlılardan kurtardı Ümmü Gülsüm’ü. Ümmü Gülsüm ağlaya ağlaya evine gitti. Gitmez olaydı.
İşkenceler orda da bitmek bilmedi. Hasan’ın ailesi aramış ve nisanı attıklarını söylemişti. Hasan annesine bir şey söylemese de kız kardeşi her şeyi anlatmıştı. Ümmü Gülsüm‘ün ailesine kızlarının namusu hakkında demedikleri kalmamıştı. Oysa Hasan bilseydi, her şeye rağmen yine de müsaade etmezdi buna. Ne kadar ayrılmış olsalar da hoş bir şey olmazdı bu. Eski nişanlısına, bir zamanlar hanımı olarak hayal ettiği bir kıza asla laf söz getirtmezdi.
Ama Ümmü Gülsüm’ün ailesi her şeyi öğrenmişti bile.  Al iste yirmi dört saat telefonunu elinden birikmiyordun, simdi bizde de insan içine çıkacak yüz bırakmadın. Tek kendi adını değil, ailenin adını lekeledin Ümmü Gülsüm.“ diye annesi de ona küsmüştü. Sadece anneannesi onu dizine yatırıyor kucağında ağlamasına müsaade ediyordu.  Tövbe et yavrum tövbe.“ diye saclarını okşuyordu torununun.  Anneannecim. Daha ne kadar? Gözümde yas kalmadı, daha ne kadar tövbe edicem? Neden bitmiyor benim hayat imtihanım. Neden bu kadar zor imtihanlarım.“ diye ağlıyordu Ümmü Gülsüm.
Anneannesi tekrar saclarını okşadı.
Ümmü Gülsüm’üm. Güzel kızım. Sana bir masal anlatıyım mı?”
Anne şefkatine özlem duyan Ümmü Gülsüm gözlerinde yaslarla dudaklarını büzüştürdü.
Küçücük bir çocuk gibi oldu bir an.  Hm hm.“ diye titrek gözlerle anneannesinin gözlerine baktı. Onun yazmasını tutup kokladı…
Bir zamanlar Sa’d adında bir sahabe yasarmış. Bugüne kadar birçok hadis rivayet eden büyük bir sahabedir üstelik. Bir gün Sa‘d Peygamber Efendimize gelmiş. Ve sohbet esnasında, aklından geçirdiği o cevabini bir türlü bulamadığı soruyu sormuş. ‘Ya Rasulallah’ demiş. İnsanların belası, imtihanı en çetin, en zor olanı kimdir? Peygamber Efendimiz yine kendine has üslubuyla tane tane konuşmuş.
Peygamberler. Ve sonra da derece derece müminlerdir…‘ demiş.
Kişi, dini oranında belâ görür, imtihan edilir. Dini kuvvetli ve sağlam ise belâsı ağır olur.
Dininde zayıflık söz konusu ise, dini kadar belâ görür, imtihana tâbi tutulur.‘
Sonra ne olmuş biliyor musun güzel kızım. Peygamber Efendimiz (saallallahu aleyhi ve sellem) Ümmü Gülsüm isimli ümmetinin sorusunun cevabini söylemiş.
Demiş ki. ‚O Belâ da insanın yakasına öylesine yapışır ki. Günahsız gezene kadar peşini bırakmaz.‘“
Ümmü Gülsüm bir an gülümsedi.  Simdi anladın mı kuzum?“
‘‘Anladım’’ deyip anneannesine sarıldı Ümmü Gülsüm…
Artık tek bir hedefi vardı. Tövbe tövbe tövbe.
Gecelerini hep ibadetle geçiriyor. İsyan etmemek için içini bir Allah’a döküyordu. Ama evinin duvarları dar geliyordu artık. Camiye gidip oranın manevi ortamından faydalanmak istedi. Hazırlanarak evden çıktı. Ve cami yolunu tuttu.  Allah’ım ne olur genç hocayı görmeyim.“ diye yalvarıyordu. Bir de onu çekemezdi. Bir de ondan laf, söz işitmeye dayanamazdı. Hem. Ya kalbi yine farklı farklı atmaya başlasaydı. Ya ondan yine umutlansaydı. Korkuyordu. Korka korka caminin olduğu sokağa vardı. Az ötedeydi cami.
Birden Pişt“ diye bir ses duydu. Başını çevirip bakmadı. Başı yerde yürüyordu. Tekrar bir ses duydu.  Vaaay. Eskiden her bildirime, her yoruma cevap veren kız, simdi yüzümüze bakmıyor.“
Ümmü Gülsüm korkuyla daha da hızlı yürümeye başladı. Bir an önce varmak istiyordu camiye, bir an önce girmek istiyordu içeriye ne kalmıştı ki. Dışarıda kimsecikler yoktu. Korktu. Adımlarını hızlandırdı. Birden birisi kolundan tutup Ümmü Gülsüm’ü kendine çekti. “Bana baksana bi sen. Seninle konuşuyorsam, bana cevap vereceksin. Ne bu afralar tafralar”
Ümmü Gülsüm içinden sadece dua ediyordu. Genç serseri belinden tuttu. “Yardım edinnn!” Diye bağırdı Ümmü Gülsüm. Keşke camiden koca bir cemaat gelip ona yardım etseydi. “Ne oldu? Kalpler, öpücük smileyleri. Her şeyi yapıyordun. Simdi ne değişti? Herkese şapur şupur, bize yarabbi şükür”
Bu kadar fazlaydı. Ümmü Gülsüm tepinmeye başladı. Bağırdı. “Shh. Lan Yusuf Hoca geliyor” diye seslendi arkadan başka bir serseri.
“Yeme beni. Şaka yapmanın sırası değil. Burası cami sokağı Ümmi. Doğru burada olmaz böyle konuşmalar gel bak şuraya gidelim” diye Ümmü Gülsüm’ü çekiştiriyordu. Birden yediği bir yumrukla kendine yerde buldu. Ümmü Gülsüm hemen kenara çekildi. Bu oydu. Ne kadar da dua etmişti karşılaşmamak için. Simdi Rabbine bu duayı kabul etmediği için şükrediyordu. Onu kurtarmıştı. Demek adi Yusuf’tu. Ne güzel bir ismi vardı. Yusuf Hoca serseriyi iyice dövüyordu. Adeta kendinden geçmişti.
Ümmü Gülsüm korkudan ve mahcubiyetten yere çöktü… Yüzünü kapatıp ağladı. Ya ona bir şey olsaydı. Korkuyordu. Bakamıyordu.
Yusuf’un öfkesi ona Hazreti Hamza’yı, Hazreti Ömer’i hatırlatıyordu Ümmü Gülsüm’e. Tıpkı kitaplardaki gibi. Gözü dönmüştü Yusuf Hoca’nın. Cemaatten bir kaç adam gelip yalvardı onu tutmaya çalıştı. Sonunda zar zor çektiler onu…
Serseriler koşarak uzaklaşmaya başladı. “Bir daha görmiycem lan sizi burada! Duydunuz mu? Daha beter ederim!“ diye arkalarından bağırdı. Adamlar hocayı sakinleştirdiler. Kan ter içinde kalmıştı.
Genç kızlarımızın namusuna göz dikene affım yok abi!“ diye nefes nefese söyleniyordu.
Yerde ağlayan kıza döndü sonra.  Bacım iyi misin? Abi Ayşe Hocaya haber versinler. İlgilensin“ diye emir verdi adamlara.
Ümmü Gülsüm yavaşça başını kaldırdı. Yusuf hoca tanıdı ona. Tekrar öfkelendi. Bakışları sertleşti. Sürekli olay çıkarıyor, Yusuf Hocanın karşısına çıkıyordu. Bu kadarı da fazlaydı. Fakat biraz olsun değişini görmüştü Yusuf.
Onun olduğunu anlayınca bağırmadan sert bir üslupla seslendi. “Ayağa kalk.”
Ümmü Gülsüm kalkmıyordu. “Ayağa kalk dedim. Bak bir daha söylemiycem” diye emretti Yusuf.
Ümmü Gülsüm ayağa kalktı. Adamların hepsi başını eğmişti bakmıyorlardı. Yusuf Hocanın bu konularda ne kadar titiz olduğunu biliyorlardı. Yusuf da karşısında mahcup mahcup dikilen genç kıza bakmadan seslendi. “Müslüman bir kadın. Asla çökmez böyle. Güçlü olur. Güçlü ol. Bir daha seni ağlarken görmiycem. Hele ki böyle bir belayla hiç tamam mı?”
Ümmü Gülsüm kısık bir sesle Hm hm“ diyebildi sadece.
‘‘Allah yardımcın olsun.“ Diye arkasını döndü Yusuf ve adamlarla oradan uzaklaştı. Ayşe Hoca da ilgilenmek için gelmişti zaten. Beraber mescide gittiler. Ağladılar. Onları gören genç kızlar yanlarına geliyordu. Hepsi üzgün üzgün sitelerde hala resminin dolandığını anlatıyordu. Okullarda hala konuşulduğunu. Erkeklerin onun nereye kaybolduğunu merak ettiğini. Çevresini, en yakın arkadaşlarını hala ona ulaşmak isteyen erkeklerin nasıl rahatsız ettiğini anlatıyorlardı. Artık sanal âlemin bir kızın hayatını nasıl mahvettiğine şahit olmuştu Ümmü Gülsüm.
Ayşe Hoca güzel bir sohbet vererek diğer kızları da bilinçlendirmişti. Ama Ümmü Gülsüm onu dinlemeyi çoktan bırakmıştı. Onun gözü mescidin bir kösesinde namaz kılan çarşaflı kadına takılmıştı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Rabbine ask ile bağlandı adeta. “Maşallah.” Dedi içinden ve müsaade isteyerek evine vardı.
Günler sonra da kafasına koyduğunu yapmıştı iste. Ümmü Gülsüm artık çarşaflıydı…
Artık toplum baskısından kurtulmuştu. Yine sürekli ibadet ediyor, sürekli tövbe ederek ağlıyordu. Aylar geçti aradan. Bir sene. İki sene. Derken yine bir kermes gününde yolu camiye ulaştı. Bu zaman zarfı içinde genç imama, Yusuf’a hiç karşılaşmamıştı.
Artık sakindi Ümmü Gülsüm’ün hayatı. Camiye adim atabilirdi. Kim bilir. Belki Yusuf Hoca atanmıştı. Hiç haberi yoktu Ümmü Gülsüm’ün. O Rabbine teslim olmuştu. O elbette ya unutturacak, ya kavuşturacaktı. Duası bunaydı.
Yanında annesi ile mütevazı bir halde kermes alanını dolaştı Ümmü Gülsüm. Bu sefer yardım etmedi. O orda hizmet etmeye laik değildi. Yusuf’un sözleri geliyordu sürekli aklına. Bir arkadaşlarını görünce geçiyordu hüznü. Onlara selam veriyor, devam ediyordu dolaşmaya.  Ümmü Gülsüm? Gülüm çok yoğun. Yardım edebilir misin?“ diye rica etmişti çadırdaki bir arkadaşı. Ümmü Gülsüm istemiyordu aslında ama bunu Allah rızası için yapacaktı. Ümmü Gülsüm annesini arkadaşlarına teslim edip oturtarak hemen tezgahın arkasına geçti. Ne zaman bir erkek gelip kızlara sipariş verse Ümmü Gülsüm oradan uzaklaşıp, arkadaki islerle meşgul oluyordu. Biraz sonra gördüklerine inanamadı.
Yusuf… Yine heybetli heybetli yürüyerek çadıra geldi. Tezgâhın arkasından hafif kilolu ufak boylu bir kadın Yusuf’a seslendi.  Oğlum… Sen yedin mi bir şeyler?“
Yusuf Yedim azıcık anne. Kolay gelsin, yorulduysan dinlen demeye geldim.“
Yusuf o kadına anne demişti. Demek ki annesiydi. Başka bir yere de tayin olmamıştı. Allah’ım bu nasıl bir kaderdi. Nasıl bir imtihandı. Ümmü Gülsüm hala arka islerle meşguldü. Dönüp bakmadı Bir daha. Sadece duyuyordu konuşulanları.
Bırak beni oğlum. İyiyim ben. Sen iyi yememişsindir dur, sana bir tabak hazırlatayım“
Gerek yok anne“ demeye kalmadan, herkes meşgul olduğu için Ümmü Gülsüm’den yardım istendi. Ama Ümmü Gülsüm bir erkek var diye tezgâha yanaşmıyordu bile. Uzak duruyordu. İstemesin servis yapmayı. Utancından ne bir şey söyleyebiliyordu, ne de yüz ifadesi okunabiliyordu yüzünden. Kimseye dememişti ki neden ara ara arka islere koştuğunu. İffetiyle riya edemezdi, övünemezdi asla. Sadece sustu. Yusuf hoca şaşırmıştı. Herhâlde esine çok sadik olan çarşaflı bir abla diye düşünmüştü ve kim olduğunu bilmediği o çarşaflı kadından dini adına gurur duymuştu.
Tamam, anne kalsın.“ diyerek oradan uzaklaştı… Ne kadar da sevinmişti. Ahir zamanında hala böyle iffetli kadınlar vardı demek ki.  Keşke diğer Müslüman kızları da böyle olsa. Hatta çarşaf nefislerini çok zorlar ya, dine uygun giyinip erkeklerden uzak dursalar kâfi…“ diye düşünüyordu. Aksama kadar garip bir tefekkür içindeydi. Bu düşüncelerine kermes bitip eve vardıklarında annesi de katılmıştı.
Aksam üstü anne oğul birlikte sohbet ediyorlardı.  Oğlumum. Artık büyüdün. Bak şimdiye kadar evlilik mevzularını hiç açmadım, kızıyorsun diye. Kimi önersem öfkelendin. Ama ben yaslı bir kadınım. Senin mürüvvetini görmeden mi gideceğim bu dünyadan. Kızma oğlum.“
Ah annecim.” Diye içini çekti Yusuf. İçi yanıyordu.
Annesinin elini tuttu. Öptü.  Niye kızayım canım anam. Ama istediğim gibi bir kız oldu da ben mi evlenmedim.
Bak bugün çadırda bir kız vardı.“
Anne bizim camiden falan kesinlikle istemiyorum. Öyle basit bir kız değil istediğim. Benim hanımım nasıl olmalı biliyor musun?”
Annesi dikkatlice dinliyordu.
Hayâsından daha benim gözlerimin içine bakarken bile utanmalı benim hanimim. Benim her sözüme itaat etmeli, bana teslim olmalı. Yanımda başka bir erkeğin ismini bile telaffuz etmemeli. Kıskandırmak için bile. Yok dizi karakteriymiş, oyuncuymuş. Anlamam. Benden başka hiç bir erkeğe bakmamalı. Yaklaşmamalı. Konuşmamalı. Ona ömrümü veririm anne. Ben kendime sırf bir kadın arasam, hemen bulurum. Ben aileme ve bu ümmete güzel hizmet edecek bir gelin, evlatlarımı iyi yetiştirecek bir anne ve esini memnun etme çabalarından dolayı cenneti hak edecek bir kadın arıyorum. Hani çadırınızda çarşaflı bir bayan vardı. Maşallah. Eminim beyine olan saygısından öyle davranmıştır. Örtünerek gizlenmesinden ziyade bana hizmet etmemesi çok hoşuma gitti. Beyinden başkasına hizmet etmiyor besbelli. Hiç bakmadı. Benim hanimim da öyle olmalı iste.
Ben de onu diyorum ya oğlum.“ diyerek gülümsedi Yusuf’un annesi.
Kız bekârmış, sordum soruşturdum. Üstelik senden yalnızca iki üç yas küçükmüş. Yirmi yaşında. Yaşı da uyuyor. Ben çok münasip gördüm.“
Yusuf susmuş, başını masa örtüsüne dikmişti.
Kimmiş? Kimlerdenmiş…“ diye sordu.
Hiç aklının ucundan geçmemişti böyle bir şey. Ama annesi söyleyince aklına yatmıştı.
“Ailesi çok dindar. Dedesini bilirsin belki, Cumaya gelirmiş hep. Ahmet ağanın torunu”
Yusuf iyice düşünmeye başladı. Pek bir münasebeti olmamıştı Ahmet Amcayla.
Annesi devam etti anlatmaya. “ismi neymiş biliyor musun.” Diye oğlunu heyecanlandırmak istiyordu.
Yusuf utanmıştı. Utancını gizlemek için sert bir yüz ifadesine bürünerek gözlerini masa örtüsünden ayırmadı. “Ümmü Gülsüm. Eskiden camide görevliymiş, yıllardır gelmiyormuş ama.”
Yusuf’un annesi anlattıkça anlatıyordu ama Yusuf Ümmü Gülsüm’ün adını duyduğunda zaten konu kapanmıştı onun için. Kesinlikle istemiyordu o kızı.
“Hayır, olmaz.” Diye sessizce ayağa kalktı. “Neden oğlum? Bak güzel değildir diye diyorsan kusur etmiş olursun, çok güzel bir kızmış. Gören övüyor, gören övüyor. Neden istemiyorsun?”
İstemiyorum anne. Sorma lütfen.” Diye odasına gitti Yusuf. Ümmü Gülsüm’le olan bütün karşılaşmalarını getirdi aklına. Bütün Tevafukları. Hep bir olay oluyordu. Hep bir bela buluyordu Yusuf’u. Üstelik o gelecekti esiyle kesinlikle bu şekilde tanışmış olmak istemiyordu… Kitaplarda okuduğu gibi bir ask istiyordu o. Hazreti Abdullahin, Hazreti Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) ’in, Hazreti Ali’nin evlendiği gibi evlenmek istiyordu. Esini öyle mütevazı bir şekilde tanımak istiyordu. Ümmü Gülsüm defterini kapattı… Yatsı namazını kildi. Namazın sonunda uzunca dua etti Hayırlı bir es için. Ve usulca yatağına girip uykuya daldı.
Üzerinde beyaz uzun bir entari ve başında bir sarık vardı. Bir gül bahçesinin içindeydi. Her yer gül kokuyor, gül dallarına kuşlar konup, ötüyordu. Yusuf yürüye yürüye bir masaya oturdu. Ve etrafını seyre daldı. Her şey o kadar güzeldi ki. Yusuf gördüklerine inanamıyordu. Biraz sonra güllerin arasında beyaz çarşaflı, bir kadın gördü. Kadın yavaş yavaş yürüyerek Yusuf’un yanına oturdu. Ve şahit olarak iki kadın daha gelmişti. Nur üstüne nur. Hiç bir şekilde görünmüyorlardı Yusuf’a. Yalnızca parıldayan iki nur görüyordu Yusuf yanında. Şaşırmıştı. Birden bir ses duydu.  Yusuf…“
Nereden geliyordu bu ses.  Kimsin.“ diye sordu Yusuf. Gül dallarına konmuş iki beyaz güvercin kanat çırparak yanına geldi. Güvercinler birden yok olup, yerlerini nur topları aldı. Bunlar müjdeci iki melekti.  Ey Yusuf .“ diye seslendiler.  Peygamberimiz nikâhını kıyıyor. Kabul ediyor musun?”
Yusuf hıçkırarak ağlıyordu.  Nasıl yani? Kiminle. Ben bunu hak etmedim.“ Tekrar seslenildi Yusuf’a.  Ey Yusuf. Peygamberimiz nikâhını kıyıyor. Kabul ediyor musun?”
Yusuf ne diyeceğini bilmiyordu. Gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Yanında beyaz çarşaflı, kadına baktı bir daha. Ve üçüncü kez seslenildi ona.  Ey Yusuf. Kabul ediyor musun?”
Kabul ediyorum ey Efendim“ diyordu Yusuf ağlayarak. Bu nasıl bir müjdeydi, nasıl bir armağandı.
Sonra tekrar meleklere döndü.  Peki, bunlar kim?“. Diyerek masada oturan iki şahidi sordu.
Muhammed Mustafa’nın (Sallallahu aleyhi ve sellem)  kızı Fatıma ve esi Hazreti Hatice. Nikâh şahitleriniz…“ diyordu melekler.
Yusuf olayları anladıkça daha da ağlıyordu. Birden gözyaşlarını silen bir el uzandı. Beyaz eldiveniyle Yusuf’un gözyaşlarını siliyordu esi. Yusuf esine dönüp yüzünü açtı. Karşısında Ümmü Gülsüm.
Demek ki Ümmü Gülsüm ona bir müjdeydi. Ne kadar da güzel olmuştu. Kapandıkça güzelleşmişti Ümmü Gülsüm. Yusuf esinin alnından öptü. Ve tekrar bir ses işitti.  Ey Yusuf. Cennet ile müjdelendin. Mübarek olsun“ deniyordu.
Yusuf cezbe halinde kalktı.  Hu Allah ya Allah“ diye bağırıyordu.
Dili sadece “Allah Allah” diyordu.
Kalbi yerinden çıkacakmış gibiydi. Yanıyordu. Ask ile yanıyordu.
Yusuf’un annesi koştu hemen yanına. Oğlunu o halde görünce çok korkmuştu. Oğlu kendinden geçmişti. “Allah Allah” diyerek kendini yere atıyordu. Ancak saatler sonra kendine geldi.
Ve ağlayarak annesine konuştu. “Oğlum. Korkuttun beni” diye ağlıyordu annesi. Yazmasıyla gözyaşlarını siliyordu.  Anne. Yârin hemen yârin kızı istemeye gidelim .“  Kimi oğlum.“ diye şaşırmıştı kadın.  Hemen yârin anne. O benim Cennetim.“ diyordu Yusuf. Annesi şaşırmıştı. Ve oğlunun rüyasında bir şeyler gördüğünü anlamıştı. Sevinçle hemen hazırlıklarına başladı. Ve Ümmü Gülsüm’ün ailesine haber saldı.
O gece nasıl uyuduğunu bilmiyordu Yusuf. Gecenin bir bölümünü ibadetle geçirmiş, bir bölümünde ise rüyasını ve Ümmü Gülsüm’ü düşünmüştü. Hemen olsun istiyordu her şey. Bir an önce evlenmek istiyordu Ümmü Gülsüm’le. Bu acelesi iki aile için de münasipti. İki taraf da isi fazla uzatmamaktan yanaydı. Ümmü Gülsüm’ü Allah in emri, Peygamberin kavliyle Yusuf Hoca’ya istemişlerdi.
İsi nisanla uzatmak istemiyordu Yusuf. Bir hafta sonra hemen düğünü yapmaya karar verdiler. Düğüne yalnızca bir iki gün kalmak üzere esiyle ilk defa baş başa kalmak istiyordu Yusuf.
Hemen onu bir odaya aldılar. Neler söyleyeceğini kuruyordu aklında. Fakat kapının açılmasıyla her şeyi unutmuştu bir anda. Ümmü Gülsüm beyaz başı eğik halde utana sıkıla içeri girdi. Yusuf konuşmaya çalıştı ama dili tutuldu. Bir cümle dahi söyleyemiyordu.
Söze Ümmü Gülsüm başladı. Kısık bir ses ile seslendi.  Yusuf.“
Adını söylemesi bile Yusuf’un kalbinin ritmini değiştirmişti. Ancak sözlerinin devamı onu yaraladı.  Sen daha iyilerine layıksın…“ Ümmü Gülsüm devam etmek isterken Yusuf onu susturdu.
“Hayır, Ümmü Gülsüm. Sakin. Sakin öyle bir şey söyleme.”
“Bak Yusuf. Ben geçmişte çok hata yaptım. Bir erkek arkadaşım olmadı, el ele tutuşmadım, göz göze bakışmadım ama. İnternette sürekli kendi resimlerimi.”
“Hayır.” Diye susturdu onu Yusuf. Kızmıştı. “Bunları duymak istemiyorum!” Diye kaşlarını çattı. “Geçmiş geçmişte kaldı. Unut bunları! Benim yanımda bir daha asla bu konulardan bahsedilmeyecek.”
Ümmü Gülsüm başını eğdi. Ellerini peçesinin altına götürüyor, yaşlarını siliyordu.
“Sen benim esim olacaksın Ümmü Gülsüm. Geçmişin, günahın hiçbir şey umurumda değil. Rabbimin bile sildiğini, unutturduğunu ben mi hatırlatacağım. Tövbe edeni ne diye hor göreyim. Bazı insanlar böyle günahlarla imtihan edilir. Hazreti Ömer’i hatırla. Kendi öz kızını diri diri toprağa gömmemiş miydi? Kendi kızını, diri diri öldürmemiş miydi? Fakat ne oldu. Ömür boyu tövbe etti de cennet ile müjdelendi.”
Ümmü Gülsüm yalnızca sustu. Yusuf devam etti.
“Özür dilerim senin hakkında söylediğim sözler için. Asil ben bunca hakaret etmişken seni hak etmedim. Beni affedebilecek misin? Hakkını helal eder misin?”
“Geçmişimi hatırlamadan gözlerimin içine baka bilir misin .” Diye ağlıyordu Ümmü Gülsüm.
“Her gün. Her gece. Sen benim Geleceğimsin. Ezelden beri ömrüme yazılanımsın. Kalu Beladan beri, tuttuğum ask orucumsun. Gözlerine baktığımda yalnızca sevda görür gözlerim. Ayetler okur yüreğim. Daha ne diye seni suçlayım Ümmü Gülsüm. Belli ki sözlerim seni çok yıkmış. Asil sen beni bağışlayabilecek misin? Yüreğin küsmeden gözlerime bakabilecek misin?” Ümmü Gülsüm sustu. “Rabbim yardımcımız olacaktır.” Dedi Yusuf.
Ve yavaş yavaş isi tatlıya bağladılar. Pek yakında Kuran’ı, ilahili pek mütevazı bir düğün yaptılar. Bembeyaz bir elbise içindeydi Ümmü Gülsüm. Peçesini yine unutmamıştı. Herkese örnek olacak, Müslümanlara nasıl düğün yapıldığını öğretecek bir düğün olmuştu bu.
Düğünden sonra evlerine gittiler. Yusuf Ümmü Gülsüm’e Hifa Hatun ile Suheyb’in hikâyesini anlattı.
Ümmü Gülsüm başı eğik halde dinledi bu güzel hikâyeyi. Ve Yusuf’un isteği üzerine o geceye hikâyedeki gibi namaz kılarak geçirdiler. Bir müddet sonra, Yusuf Ümmü Gülsüm’ü bekledi.
Ve peçesini açmak üzeri onun ellerinden tutup onu karşısında aldı. Yavaşça peçesini açtı. Ümmü Gülsüm utanarak yere baktı. Yusuf onun başını iki elinin arasına aldı ve kaldırdı. Gözlerine baktı. Yusuf’un gözerlerinden sakalına yaslar düşüyordu. Ümmü Gülsüm yaşlarını sildi.
Yusuf ağlayarak seslendi sabretti sevdasına. “Cennetimsin sen. Rabbimin emanetisin .“ diye ellerini tutup öptü. Sonra uzunca alnından öptü sevdiğinin. Artık vuslat mührünü sevdiğinin alnına vurmuştu…
         ……………………………….0000………………………………
Aylar geçti aradan. Ümmü Gülsüm de bir halsizlik vardı. Yusuf bu durumu sezse de aldırış etmiyor gibi görünüyordu. Çok iyi davranıyordu Ümmü Gülsüm’e. Onu hiç üzmüyor, el üstünde tutuyor, ellerini hiç birikmiyordu. Dua ile besliyorlardı evliliklerini. Gözlerine baktıkça şükrediyorlardı. Ancak Ümmü Gülsüm’ün halsizliği arkalarına bir mesafe koymaya başlamıştı. Mide bulantıları, bas dönmeleri. Yusuf tatlı düşüncelere daldı. “Yoksa.” Diye düşünüyordu içinden. “Yoksa hamile miydi Ümmü Gülsüm…” Bunu eşinin kendi ağzından duymak istiyordu. Kendi kendine sorup, bu sürprizi bozmak istemedi Yusuf.
Ona artık hiç is yaptırmıyor, onu sevdiğini daima hissettiriyordu. Bekliyordu Ümmü Gülsüm’ün onunla bu konu hakkında konuşacağı ani.
Bir gün yine birlikte namazlarını kıldılar. Ardından Ümmü Gülsüm kalkarak kitap rafına yürüdü. Eline bir şey alıp Yusuf’un yanına geldi. Belli ki bir şey saklıyordu. “Bir bebek patiği. Bir bebek ayakkabısı, bir emzik. Ne acaba.” Diye düşünüyordu. Ümmü Gülsüm eşinin elini alıp öptü. Sonra avcunun içini açarak içine bir mendil koydu. Bu zamanında o kutsal gözyaşını emdirip, Kuran’ı Kerimin arasında sakladığı mendildi. Yusuf’un elini kapatarak. Elini kalbine koydu. Mendil ile göğsünü bastırıyordu.
“Hissediyor musun Yusuf …” diye sordu. Ama Yusuf hiçbir şey duymuyordu. Cezbe haline girmişti. “Allah Allah” diye bağırıyordu.
Ümmü Gülsüm başını omuzuna koyup ağladı. İkisi de aşka tutulmuştu. Yusuf’un gözyaşları yârinin yanaklarına akıyordu. Ümmü Gülsüm sarıldı Yusuf’a.
Seni benden hiç kimse ayıramaz. Bizi ayırırsa ölüm ayırır.” Diye ağlıyordu.
Yusuf ağlamaya başladı. Neden duygulanmıştı ki Ümmü Gülsüm bu kadar.
Hele son söylediği söz. Simsek gibi çekmişti Yusuf’un beynine
Belki sevdamız ahirete ertelendi Yusuf’um.
“Yusuf daha çok ağlamaya başladı. O da hissetmişti. Sevdiğinin gideceğini hissetmişti. Yüreğine ateş düştü… Sımsıkı sardı Ümmü Gülsüm’ü.
Ümmü Gülsüm’ün başı Yusuf’un omzuna düştü. Kucağına bayılmıştı.
Yusuf onu uyandırmaya çalıştı. Uyanmıyordu. Hemen ambulansı aradı Yusuf.
Kalk cennetim. Kalk ne olursun“ diye yalvarıyordu. Aklına gelen her duayı okuyordu.
Ümmü Gülsüm gözlerini açtı. Yusuf’un dizlerinde yatıyordu.
Al bu peçeteyi. Her zaman Kuran’ı Kerim‘in arasında olsun.“ dedi sessizce.
Yusuf‘un gözyaşları sevdiğinin yüzüne damlıyordu.
Ümmü Gülsüm gülümseyerek derin bir nefes aldı.  Kokuyu duyuyor musun Yusuf’um. Sanki gül bahçesindeyiz…“
Yusuf sevdiğinin başını kaldırarak sarıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bırakma beni.“ diyordu.
Ümmü Gülsüm usulca şehadet parmağını havaya kaldırdı ve Yusuf’un kulağına sessizce Kelime-i şehadeti okumaya başladı. Yusuf seslice esine eşlik etti. O da şehadet parmağını kaldırarak şehadet getirdi. Ve tekrar Ümmü Gülsüm’ün başını okşadı. Üzmek istemiyordu onu.  Bak bana.“ dedi.
Bizim nikâhımız Arsı alada kıyıldı. Cennetin kapılarını birlikte açacağız sevdiğim. Nefesim yettiği kadar seni dualarımda anacağım. Cennetim.“
Ve sessizce şehadet getirerek gözlerini kapattı Ümmü Gülsüm.
Yusuf da gül kokusunu duyuyordu artık. Ümmü Gülsüm’ün gözyaşlarını sildi.  Sen de şehitsin ey sevdiğim. Sen de şehitsin.“ Ve başını okşayarak sevdiğini ahiret yurduna uğurladı Yusuf.
Gül suyuyla yıkanmasını istiyordu. Ümmü Gülsüm’ün cenazesini yıkayan kadın daha hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Ümmü Gülsüm resmen gülümsüyordu. Bundan etkilenerek onu bir gelin gibi hazırlıyorlardı. Çünkü biliyorlardı. Mübarekler tarafından karşılanacağını.
Ve Ümmü Gülsüm toprağa verildi.
Yusuf başı dik güçlü durmaya çalışıyordu. Ama yüreği yanıyordu. Sevdiğine doyamadan toprak onu almıştı bağrına…
O gece Yusuf bir rüya gördü. Ümmü Gülsüm’ü ona gülümsüyordu çok mutluydu.
Yusuf’una sesleniyordu.
Beni Fatıma Annem karşıladı Yusuf. Seni bekliyorum. Seni bekliyorum. Cennet kapısında bekleyeceğim seni sevdiğim." diyordu.
     YAZAR: 

1 yorum:

EDEBİYAT RÜYASI . 2017 Copyright. All rights reserved. Designed by Blogger Template | Free Blogger Templates